M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Art Basel Paris’ten sonra sırada Art Salon Zurich var.
Halle 622’de gerçekleşen küçük ama etkili genç bir sanat fuarı.
2022’de başlayan fuar sürekliliği önemsiyor, yıl boyunca online ve fiziksel etkinliklerle galerileri, sanatçıları ve koleksiyonerleri bir araya getiren bir kolektif aynı zamanda.
Amaç, galeri-sanatçı ilişkilerine odaklanmak, katılımcılara sadece bir stand açma alanının yanı sıra aynı zamanda ağ kurma ve iletişim geliştirme imkânı sunmak.
1945 sonrası modern ve çağdaş sanat eserlerini sergileyen fuarın bu yıl katılımcı sayısında büyük artış var.
Fuarın öne çıkanlarından biri çok beğendiğim Zürih doğumlu sanatçı MARCK.
Düşündürücü video heykelleriyle öne çıkıyor.
Kadınlar, sınırlı hareket imkânları, döngüsel hareketler gibi imgeler üzerinden toplumsal roller ve bireyin sınırlarını sorguluyor.
Eserleri İstanbul’da da önemli koleksiyonlarda yer alan sanatçının sonraki solo sergisi bu ay Şangay’da gerçekleşecek.
Marck’la birlikte 92 yaşındaki İsviçreli fotoğraf sanatçısı Rene Groebli’nin eserlerini de görme şansımız oldu.
Döneminin çoğu “soğuk gerçeklik” tarzını benimserken Groebli hareketi, atmosferi, subjektif bakışı tercih etmesiyle tanınıyor.
Groebli’nin 92 yaşında hala aktif çalışma hayatında olması, arşivini dijitale aktarması ve yeni üretim serileri üzerinde çalışması ilham verici.
Art Salon Zürich, MARCK ve Rene Groebli gibi değerli sanatçılarla birebir vakit geçirebilmek bakımından da güzel bir deneyim.
Belki de bu yüzden büyük sanat fuarlarından daha samimi ve etkileyici.
Zürih’in ünlü mimarları
Zürih’in prestijli okulu ETH, ünlü mimarlarıyla da biliniyor.
Dünyanın dört bir yanına yayılan modern mimarlık çizgilerinin çoğu, bu okulun atölyelerinde doğdu.
En parlak mezunlarından ikisi, Jacques Herzog ve Pierre de Meuron, bugün sadece İsviçre’nin değil, çağdaş mimarlığın en etkili isimleri arasında.
Zürih’teki ETH’de tanışan ikili, birlikte kurdukları Herzog & de Meuron ofisiyle 40 yılı aşkın süredir kentin mimarlık mirasını dünyaya taşıyor.
Geçtiğimiz yıl Londra’daki Royal Academy of Arts’ta açılan sergilerini görme fırsatım olmuştu.
Sergi, mimarlığın soyut fikirlerden somut mekana dönüşümünü izleyiciye neredeyse elle tutulur biçimde hissettiriyordu.
Raflara yerleştirilmiş yüzlerce maket, fotoğraf, eskiz ve artırılmış gerçeklik uygulamalarıyla Herzog & de Meuron’un düşünce biçimini anlatıyordu.
Özellikle Tate Modern’in dönüşüm süreci ve Hamburg’daki Elbphilharmonie projesi üzerine belgeler, mimarların malzeme ve formu nasıl yeniden tanımladıklarını gözler önüne seriyordu.
İkilinin işleri, her zaman kentle insan arasındaki ilişkiyi yeniden kuruyor.
Pekin’deki “Kuş Yuvası” Stadyumu, San Francisco’daki De Young Müzesi ya da Zürih’te inşa edilen yeni Üniversite Çocuk Hastanesi, kamusal alanı yeniden düşünmeye davet eden yapılar. Herzog & de Meuron mimarlığı, geometrik cesaretle insani ölçek arasında bir denge kuruyor.
Belki de onları bu kadar özel kılan da bu, akademik köklerden gelen bir sadelikle dünyanın karmaşık kentlerine sessiz ama kalıcı bir iz bırakmaları.
Halle 622’de gerçekleşen küçük ama etkili genç bir sanat fuarı.
2022’de başlayan fuar sürekliliği önemsiyor, yıl boyunca online ve fiziksel etkinliklerle galerileri, sanatçıları ve koleksiyonerleri bir araya getiren bir kolektif aynı zamanda.
Amaç, galeri-sanatçı ilişkilerine odaklanmak, katılımcılara sadece bir stand açma alanının yanı sıra aynı zamanda ağ kurma ve iletişim geliştirme imkânı sunmak.
1945 sonrası modern ve çağdaş sanat eserlerini sergileyen fuarın bu yıl katılımcı sayısında büyük artış var.
Fuarın öne çıkanlarından biri çok beğendiğim Zürih doğumlu sanatçı MARCK.
Düşündürücü video heykelleriyle öne çıkıyor.
Kadınlar, sınırlı hareket imkânları, döngüsel hareketler gibi imgeler üzerinden toplumsal roller ve bireyin sınırlarını sorguluyor.
Eserleri İstanbul’da da önemli koleksiyonlarda yer alan sanatçının sonraki solo sergisi bu ay Şangay’da gerçekleşecek.
Marck’la birlikte 92 yaşındaki İsviçreli fotoğraf sanatçısı Rene Groebli’nin eserlerini de görme şansımız oldu.
Döneminin çoğu “soğuk gerçeklik” tarzını benimserken Groebli hareketi, atmosferi, subjektif bakışı tercih etmesiyle tanınıyor.
Groebli’nin 92 yaşında hala aktif çalışma hayatında olması, arşivini dijitale aktarması ve yeni üretim serileri üzerinde çalışması ilham verici.
Art Salon Zürich, MARCK ve Rene Groebli gibi değerli sanatçılarla birebir vakit geçirebilmek bakımından da güzel bir deneyim.
Belki de bu yüzden büyük sanat fuarlarından daha samimi ve etkileyici.
Zürih’in ünlü mimarları
Zürih’in prestijli okulu ETH, ünlü mimarlarıyla da biliniyor.
Dünyanın dört bir yanına yayılan modern mimarlık çizgilerinin çoğu, bu okulun atölyelerinde doğdu.
En parlak mezunlarından ikisi, Jacques Herzog ve Pierre de Meuron, bugün sadece İsviçre’nin değil, çağdaş mimarlığın en etkili isimleri arasında.
Zürih’teki ETH’de tanışan ikili, birlikte kurdukları Herzog & de Meuron ofisiyle 40 yılı aşkın süredir kentin mimarlık mirasını dünyaya taşıyor.
Geçtiğimiz yıl Londra’daki Royal Academy of Arts’ta açılan sergilerini görme fırsatım olmuştu.
Sergi, mimarlığın soyut fikirlerden somut mekana dönüşümünü izleyiciye neredeyse elle tutulur biçimde hissettiriyordu.
Raflara yerleştirilmiş yüzlerce maket, fotoğraf, eskiz ve artırılmış gerçeklik uygulamalarıyla Herzog & de Meuron’un düşünce biçimini anlatıyordu.
Özellikle Tate Modern’in dönüşüm süreci ve Hamburg’daki Elbphilharmonie projesi üzerine belgeler, mimarların malzeme ve formu nasıl yeniden tanımladıklarını gözler önüne seriyordu.
İkilinin işleri, her zaman kentle insan arasındaki ilişkiyi yeniden kuruyor.
Pekin’deki “Kuş Yuvası” Stadyumu, San Francisco’daki De Young Müzesi ya da Zürih’te inşa edilen yeni Üniversite Çocuk Hastanesi, kamusal alanı yeniden düşünmeye davet eden yapılar. Herzog & de Meuron mimarlığı, geometrik cesaretle insani ölçek arasında bir denge kuruyor.
Belki de onları bu kadar özel kılan da bu, akademik köklerden gelen bir sadelikle dünyanın karmaşık kentlerine sessiz ama kalıcı bir iz bırakmaları.