M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Audemars Piguet CEO’su Ilaria Resta’nın dairesel liderlik modelinden 5 Ekim 2025 tarihli yazımda söz etmiştim. Sıra Resta’nın liderlik anlayışını saat dünyasının diğer devleriyle karşılaştırmaya geldi.
Patek Philippe’te liderlik, Stern ailesinin kan bağından geçiyor. Muhafazakâr, talep yönetimi odaklı, geleneksel bir yapı. Rolex’te Hans Wilsdorf Vakfı’nın kurumsal disiplini var; gizlilik, istikrar ve uzun vadeli vizyon odaklı. Vacheron Constantin ise Richemont Grubu’nun profesyonel yönetim anlayışıyla, “gerekenin ötesini yapmak” felsefesiyle hareket ediyor. Hepsi başarılı ve hepsi güçlü ama hepsinde de lider, yukarıda duruyor. Hiyerarşi son derece katı ve mesafe belirgin. Resta’nın yenilikçi tarzı ise bunların tam tersi bir öneri sunuyor: Lider, merkezde ama her yere eşit mesafede. Bu sadece iletişim meselesi değil; kültürü, yeniliği, hatta risk alma cesaretini yönetmekle ilgili. Resta, “İnovasyonu teşvik etmek için risk almaya hazırım; zaman, insan kaynakları ve finans maliyeti olsa bile” diyor. Ama hemen ardından ekliyor: “Audemars Piguet gibi sağlıklı bir şirkette, sadece kendini kanıtlamak için değişiklik yapmak sorumsuzluktur.” Yani ego değil, anlam. Güç gösterisi değil değer oluşturmak önemli.
Bu noktada Resta’nın “love, learn, legacy” yani “sevgi, öğrenme, miras” felsefesi devreye giriyor. Sevgi: Ürüne ve insanlara duyulan tutku. Öğrenme: Değişime ayak uydurmak için sürekli öğrenmeye açık olmak. Miras: Kalıcı etki bırakmak, sadece sonuç değil değer üretmek. Bu üçlü, kısa vadeli kâr hedeflerinden çok, uzun vadeli kültürel ve insani değerlere odaklanıyor. Ve bu yaklaşım arzunun mimarisini yapmak için belki de en doğru zemin. Çünkü arzu, sadece bir ürünün fonksiyonundan değil, onun taşıdığı hikayeden, duygusal bağdan, insani dokunuştan doğar.
Resta’nın müşteriye bakışı da aynı derecede radikal. Müşteriye hangi saati istediğini veya bütçesini sormak yerine, ilgi alanlarını, hangi filmleri izlemeyi sevdiğini, ne tür müzikleri dinlediğini sormak gerektiğini düşünüyor. İnsanların tutkularını ve onları mutlu eden şeylerin ne olduğunu öğrenmenin çok daha önemli olduğunu biliyor. Resta’ya göre müşteri-marka ilişkisi bir evlilik gibi ya da bir dostluğu sürdürmek gibi bir şey. Bu benzetme, dairesel liderliğin sadece şirket içinde değil, dışarıya, müşteriye doğru da nasıl genişlediğini gösteriyor. Arzu, ancak bu tür derin, samimi, karşılıklı bir ilişkide yaratılabilir.
Resta’nın bir başka önemli hamlesi, saat dünyasında kadınların ve gençlerin daha fazla temsil edilmesi gerektiğini savunması. Audemars Piguet saatlerini artık “erkek” ya da “kadın” diye ayırmıyor. Geleneksel cinsiyet kalıplarını kırarak daha kapsayıcı bir marka kimliği oluşturuyor. Bu, yalnızca pazarlama değil, arzunun dilini yeniden yazma çabası. Çünkü arzu, kapsayıcı olduğunda daha güçlü ve daha “hakiki” olur.
Teknoloji konusunda da Resta’nın tavrı da dikkat çekici. Yapay zekâ ve otomasyonun saat tasarımında değil sadece süreç optimizasyonunda kullanılabileceğini savunuyor. “Saatin ruhu insan eliyle şekillenmeli” diyor. Bu, teknolojiyi reddetmek değil; onun sınırlarını bilerek geleneksel zanaatkârlığı koruma çabası. Patek Philippe’in “el işçiliği” mirasıyla örtüşen ama ondan daha açık bir dille ifade edilen bir yaklaşım.
Son olarak, Resta’nın hikaye anlatımına verdiği önem var. Audemars Piguet’nin 150. yılı vesilesiyle marka, çalışanlarının ve tarihinin hikayelerini ön plana çıkarıyor. Özellikle Suzanne Audemars gibi figürler üzerinden duygusal bağ kuruluyor. Marka mirasını sadece ürünle değil, insan hikâyeleriyle yaşatmak, duygusal sadakati artıran güçlü bir strateji. Ve bu da yine aynı noktaya dönüyor: Arzu, insanlar arasındaki bağda, hikayede, paylaşılan tecrübede oluşur. Bir de AP saatleri Patek kadar kusursuz olsa her şey çok daha güzel olacak.
Patek Philippe’te liderlik, Stern ailesinin kan bağından geçiyor. Muhafazakâr, talep yönetimi odaklı, geleneksel bir yapı. Rolex’te Hans Wilsdorf Vakfı’nın kurumsal disiplini var; gizlilik, istikrar ve uzun vadeli vizyon odaklı. Vacheron Constantin ise Richemont Grubu’nun profesyonel yönetim anlayışıyla, “gerekenin ötesini yapmak” felsefesiyle hareket ediyor. Hepsi başarılı ve hepsi güçlü ama hepsinde de lider, yukarıda duruyor. Hiyerarşi son derece katı ve mesafe belirgin. Resta’nın yenilikçi tarzı ise bunların tam tersi bir öneri sunuyor: Lider, merkezde ama her yere eşit mesafede. Bu sadece iletişim meselesi değil; kültürü, yeniliği, hatta risk alma cesaretini yönetmekle ilgili. Resta, “İnovasyonu teşvik etmek için risk almaya hazırım; zaman, insan kaynakları ve finans maliyeti olsa bile” diyor. Ama hemen ardından ekliyor: “Audemars Piguet gibi sağlıklı bir şirkette, sadece kendini kanıtlamak için değişiklik yapmak sorumsuzluktur.” Yani ego değil, anlam. Güç gösterisi değil değer oluşturmak önemli.
Bu noktada Resta’nın “love, learn, legacy” yani “sevgi, öğrenme, miras” felsefesi devreye giriyor. Sevgi: Ürüne ve insanlara duyulan tutku. Öğrenme: Değişime ayak uydurmak için sürekli öğrenmeye açık olmak. Miras: Kalıcı etki bırakmak, sadece sonuç değil değer üretmek. Bu üçlü, kısa vadeli kâr hedeflerinden çok, uzun vadeli kültürel ve insani değerlere odaklanıyor. Ve bu yaklaşım arzunun mimarisini yapmak için belki de en doğru zemin. Çünkü arzu, sadece bir ürünün fonksiyonundan değil, onun taşıdığı hikayeden, duygusal bağdan, insani dokunuştan doğar.
Resta’nın müşteriye bakışı da aynı derecede radikal. Müşteriye hangi saati istediğini veya bütçesini sormak yerine, ilgi alanlarını, hangi filmleri izlemeyi sevdiğini, ne tür müzikleri dinlediğini sormak gerektiğini düşünüyor. İnsanların tutkularını ve onları mutlu eden şeylerin ne olduğunu öğrenmenin çok daha önemli olduğunu biliyor. Resta’ya göre müşteri-marka ilişkisi bir evlilik gibi ya da bir dostluğu sürdürmek gibi bir şey. Bu benzetme, dairesel liderliğin sadece şirket içinde değil, dışarıya, müşteriye doğru da nasıl genişlediğini gösteriyor. Arzu, ancak bu tür derin, samimi, karşılıklı bir ilişkide yaratılabilir.
Resta’nın bir başka önemli hamlesi, saat dünyasında kadınların ve gençlerin daha fazla temsil edilmesi gerektiğini savunması. Audemars Piguet saatlerini artık “erkek” ya da “kadın” diye ayırmıyor. Geleneksel cinsiyet kalıplarını kırarak daha kapsayıcı bir marka kimliği oluşturuyor. Bu, yalnızca pazarlama değil, arzunun dilini yeniden yazma çabası. Çünkü arzu, kapsayıcı olduğunda daha güçlü ve daha “hakiki” olur.
Teknoloji konusunda da Resta’nın tavrı da dikkat çekici. Yapay zekâ ve otomasyonun saat tasarımında değil sadece süreç optimizasyonunda kullanılabileceğini savunuyor. “Saatin ruhu insan eliyle şekillenmeli” diyor. Bu, teknolojiyi reddetmek değil; onun sınırlarını bilerek geleneksel zanaatkârlığı koruma çabası. Patek Philippe’in “el işçiliği” mirasıyla örtüşen ama ondan daha açık bir dille ifade edilen bir yaklaşım.
Son olarak, Resta’nın hikaye anlatımına verdiği önem var. Audemars Piguet’nin 150. yılı vesilesiyle marka, çalışanlarının ve tarihinin hikayelerini ön plana çıkarıyor. Özellikle Suzanne Audemars gibi figürler üzerinden duygusal bağ kuruluyor. Marka mirasını sadece ürünle değil, insan hikâyeleriyle yaşatmak, duygusal sadakati artıran güçlü bir strateji. Ve bu da yine aynı noktaya dönüyor: Arzu, insanlar arasındaki bağda, hikayede, paylaşılan tecrübede oluşur. Bir de AP saatleri Patek kadar kusursuz olsa her şey çok daha güzel olacak.