M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Son derece yorucu bir dünyada bugün artık en çok eksikliğini hissettiğimiz şey biraz sessizlik. Modada, sanatta, mimaride ve hatta günlük yaşamda ‘daha çok’ istemek değil, ‘yeteri kadar’ ile yetinmek bizi biraz da olsa rahatlatabilir mi?
“Gösteriş eğlencelidir, sadelik sıkıcıdır. Ama belki de bugün sanatta ve modada en çok eksikliğini hissettiğimiz şey tam da bu ‘sıkıcılık’”. Bu cümle, aslında çağımızın ruh hâlini özetliyor. Çünkü artık her şey dikkat çekmek üzerine kurulu: Daha büyük, daha parlak, daha çarpıcı. Sosyal medyada, sokakta, müzede, hatta yemek tabaklarımızda bile bir fazlalık hâkim. Gösteriş, sıradanlığın yerini çoktan aldı. Oysa belki de en büyük ihtiyaç, yeniden ‘az’ ile barışmak.
Görsel bir kalabalığın içinde
Yaşadığımız çağ, görsel bir kalabalığın içinde debeleniyor. Her şey hızla üretiliyor, tüketiliyor ve yerini bir yenisine bırakıyor. Moda markaları sezon başına onlarca koleksiyon çıkarıyor. Sanat fuarları dev enstalasyonlar, parlak neon ışıklarıyla dolu. Bu kadar gürültü arasında bir süre sonra hiçbir şey duyamaz hâle geliyoruz. Sadelik ise tam bu noktada bir direniş biçimi olarak ortaya çıkıyor. Çünkü az olan, sessiz olan, sabır isteyen şey artık nadir. Sessizlik bir lüks hâline geldi.
Paris’teki Bourse de Commerce’te düzenlenen “Minimal” sergisi bu gerçeği hatırlatıyor. Her eserin etrafında neredeyse rahatsız edici bir boşluk var. Ama o boşluk, bir eksiklik değil, durmak, bakmak, hissetmek için bir alan. Bu üç eylem, günümüzde en çok unuttuğumuz şeyler. Minimal sanat, izleyiciye bir görüntü değil, bir deneyim sunuyor. Bizi aceleyle değil, farkındalıkla bakmaya çağırıyor.
‘KonMari’ yöntemi nedir?
Minimalizm yalnızca sanatta değil, yaşamın içinde de bir karşı duruş biçimi. Japon yaşam felsefesinde “ma” denilen boşluk kavramı bunu en iyi anlatan örneklerden biri. Boşluk eksiklik değil, nefes alma alanı. Evlerimizde, dolaplarımızda, hatta zihnimizde biriken fazlalıklar bizi görünmez biçimde ağırlaştırıyor. Her şeyi saklamak, aslında hiçbir şeyle bağ kuramamak. Gerçek huzur, yalnızca gerekli olanla kalabilme cesaretinde gizli belki de. Bu anlayış, Japon yazar ve düzen danışmanı Marie Kondo’nun dünyaca ünlü ‘KonMari’ yöntemiyle gündelik yaşama taşındı. “Her eşyanın bir enerjisi var,” diyen Kondo’nun “Bana sevinç veriyor mu?” sorusu basit ama derin bir rehber. Çünkü çoğu zaman, “Belki lazım olur,” diyerek tuttuğumuz eşya, aslında geçmişin yüklerini taşıyor. Onlardan kurtulmak yalnızca düzen değil, zihinsel bir özgürlük. ‘Az eşya-çok anlam’ felsefesi aslında son derece hafifletici ve özgürleştirici.
Yeni kitabı “Letter from Japan”ı bu ay yayımlayan Marie Kondo’nun yönteminde eşyayı katlamak bile bir ritüel. Giysiler her biri görülecek şekilde dikey olarak yerleştiriliyor, her biriyle bir ilişki kuruluyor. Bu bir tür meditasyon, düzen sadece mekânda değil, zihinde de kuruluyor. Kondo’nun sadeleşme felsefesi, minimalizmin özünü gündelik hayata taşıyor. Az eşya yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda ruhsal bir arınma.
Bir duruş olarak modada sadelik
Moda dünyası da uzun yıllar boyunca gösterişin cazibesine kapıldı. Logolar, desenler, parıltılar… Ancak son dönemde sessiz ama güçlü bir dönüşüm yaşanıyor. Phoebe Philo’nun zamansız çizgileri, The Row’un logolardan arınmış zarafeti, Issey Miyake’nin kumaşla kurduğu sade diyalog… Hepsi aynı şeyi söylüyor: Sessiz lüks.
Giysiler artık bağırmıyor. Bu da tüketim hızının ortasında anlamlı bir duruşa dönüşüyor. Sadelik, burada estetik bir tercih değil, kendi kimliğine güvenin bir ifadesi.
Mimaride ışık ve boşluk
Mimaride de aynı ruh hissediliyor. Tadao Ando’nun beton yapıları ya da John Pawson’ın neredeyse çıplak iç mekânları da nefes aldırıyor. Bir Ando yapısına girdiğinizde ilk his soğukluk olabilir ama birkaç dakika sonra o sessizlik bir huzura dönüşüyor. Işığın duvarda yaptığı küçük bir gölge bile etkili. Çünkü az olan dikkatimizi yeniden odaklıyor.
Bugün ekranlardan yayılan görüntüler, bildirimler ve sesler arasında zihnimiz sürekli uyarılıyor. Her uygulama bizden daha fazla dikkat, daha fazla etkileşim istiyor. Tam da bu nedenle sade bir tasarım, beyaz bir boşluk ya da düz bir tipografi, artık eskisinden daha etkileyici. Çünkü sessizlik, dijital dünyada da nadir bir şey hâline geldi. Gerçek yenilik, artık ‘daha fazla’ üretmekte değil; ‘gereksiz olanı’ ayıklayabilmekte gizli.
Minimalizm çoğu zaman yanlış anlaşılıyor; sanki renkten, hayattan, tutkudan vazgeçmekmiş gibi. Oysa tam tersine minimalizm tutkuyu filtreler, özü ortaya çıkarır. Bu bir kaçış değil, fazlalığa karşı bir duruş. Gürültüye karşı sessizlik, hız karşısında yavaşlık, kalabalığa karşı kendinle baş başa kalabilme cesareti… Gerçek modernlik, artık ‘daha çok’ta değil, ‘yeteri kadar’da saklı. Belki de gerçekten ihtiyacımız olan şey, biraz sıkıcılık. Çünkü o sıkıcılığın içinde dinginlik, düşünme alanı ve gerçek güzellik var.