M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Eğitim sistemimizde yeniden yapılandırmaya yönelik yoğun tartışmaların olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu tartışmaların çeşitlendirilmesi ve farklı bakış açılarına yer verilmesi daha sağlıklı çözümlerin üretilmesine katkı verecektir. Bu bağlamda yükseköğretim sistemimizde süre ve müfredatın yeniden yapılandırılması ile ilgili yeni bir adımın işareti verildi. Aslında, yükseköğretimde müfredatın güncellenmesi ve yeniden yapılandırılması kapsamında ilk deneme Avrupa Yükseköğretim Alanı (AYA) oluşturmaya yönelik Bolonya projesi ile başlamıştı ve ders sayısı ve ders içerikleri seyreltilerek seçmeli ders havuzu genişletilmişti. Avrupa daha sonra bu projeden büyük oranda vazgeçince Avrupa ile bütünleşik bir yükseköğretim alanı inşa etmeye yönelik süreç de kadük kaldı. Elbette, yükseköğretimde süre olarak esnek yapılar oluşturulabilir. Ancak bunun bağlamı, arka planı çok sağlam bir şekilde oluşturulmalıdır.
Örneğin, bu kapsamda daha önceki bir yazımda meslek liseleri ve meslek yüksekokulları (MYO) bağlamında bir öneri de bulunmuştum. Şu anki uygulamada meslek lisesi ve diğer liselerden mezun olup bir MYO programını kazanan öğrenciler arasında eğitim süresi açısından bir fark bulunmamaktadır. Örneğin, ortaöğretimde elektrik alanında 4 yıllık bir eğitimi tamamlayan bir öğrenci, herhangi bir MYO'nun elektrik programına kayıt olduğunda, ortaöğretimde elektrik alanında hiçbir eğitim almamış ve aynı MYO programına yerleşmiş öğrenciyle aynı dersleri iki yıl süreyle almaktadır. Dolayısıyla, mevcut yapının gözden geçirilmesine yönelik ihtiyaç açıktır. Bu kapsamda yürürlükte olan Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi (TYÇ) önceki yeterliliklerin değerlendirilmesi için önemli bir dayanak sağlamaktadır. Meslek lisesinde alınan eğitimin devamı niteliğinde bir MYO programını kazanan öğrenciye yönelik önceki yeterliliklerini dikkate alan ve eğitim süresini yaz dönemini de kullanarak 1 yıla düşüren yeni bir MYO programının geliştirilmesi, ortaöğretim kademesindeki mesleki eğitim ile yükseköğretim arasındaki ilişkiyi çok daha güçlü kılacaktır. Bu programda yer alacak meslek lisesi mezunlarının programa kabulünde hazır bulunuşlukları ölçülmeli, değerlendirilmeli ve başarılı olanlar bu programa alınmalıdır. Böyle bir yapı, önceki yetkinlikleri tanıyarak meslek liselerinin değerini de artıracaktır. Ayrıca, MYO’lardaki eğitimin verimliliğini artırarak başarılı gençlerin işgücü piyasasına daha erken girmelerini sağlayacaktır.
Yükseköğretimde bu tip esnekliklere ihtiyaç var. Örneğin, yükseköğretim süresini kısaltmadan mevcutta iki sömestri devam eden öğretim yaz aylarını da kullanarak üç sömestre çıkartılabilir ve isteyen başarılı lisans öğrencilerinin daha kısa sürede (örneğin 3 yılda) mezun olabilmelerine imkân veren esnek bir yapı kurulabilir. Bu yaklaşım yukarda değinildiği gibi ön lisans programları için de yaygınlaştırılabilir. YÖK’ün yeni yaklaşımının da bu doğrultuda olduğu, yaz okullarını yeniden yapılandırarak başarılı öğrencilerin daha kısa sürede mezun olabileceği bir yapı oluşturulmaya çalışıldığı görülüyor. Bu pilot uygulamada karşılaşılan sorunlar çözüldükçe ilerleyen süreçlerde mevcut dersler de yeniden yapılandırılarak süre ile ilgili daha esnek bir yapı kurulabilir. Ayrıca, ortaöğretim düzeyinde alınan bazı derslerin yükseköğretimde sayılmasına yönelik yeni açılımlar da yapılabilir.
Diğer taraftan, yükseköğretimle ilgili temel sorunlardan bir tanesi de işgücü piyasasında yeterli istihdam imkânının bulunmaması, dolayısıyla üniversite mezunlarının yeterlilik olarak lise mezunlarının çalışması gereken işlerde çalışmak zorunda kalmalarıdır. Bu nedenle, asıl odaklanılması gereken bir taraftan işgücü piyasasında arz-talep dengesini sağlamak, diğer taraftan ise işgücü piyasasında istihdam kapasitesini artırmaktır.
Meslekler arası geçiş kolaylaştırılmalı
Günümüzde otomasyonun yaygınlaşması ve özellikle yapay zekâ teknolojileri ile birlikte işgücü piyasalarındaki beceri beklentilerinde çok hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır. Artık yeni bir döneme girilmektedir. Çoğu meslek işlevsiz hale gelmekte ve yeni meslekler ortaya çıkmaktadır. Dahası, yapay zekâ artık beyaz yakalıları hedef almaktadır. Dolayısıyla, yükseköğretimde bu dönüşüme cevap olabilecek yeni bir yapılanmaya ihtiyaç açıktır. Yeni dönemin anahtar sözcüklerinin yapay zekâ ve yaşam boyu öğrenme olduğu açıktır. Eğitim sistemimizi bu hızlı dönüşüme ayak uyduracak şekilde yeni yaklaşımlarla tahkim etmek stratejik bir adım olacaktır. YÖK’ün yapay zekâya yönelik programlar açmış olması elbette çok değerlidir. Ancak, yapay zekâ tüm yükseköğretim programlarını etkilemektedir. Bu nedenle tüm yükseköğretim programlarında programın bağlamına uygun bir şekilde yapay zekâ becerilerini güçlendirmeye ve risklerine karşı farkındalığı artırmaya yönelik dersler müfredata dâhil edilmelidir. Elbette, yükseköğretimdeki tüm akademisyenlerin de yapay zekâ okuryazarlığının artırılması ve sürekli güncellenmesine yönelik eğitimlerin düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yükseköğretim öğrencileri yapay zekâyı aktif kullanırken akademisyenlerin geri kalması ölçme değerlendirme açısından da asimetrik bir duruma yol açacaktır.
Diğer taraftan, hızla değişen ve beceri setlerini buna göre dönüştüren dev dalgaya karşı tek başına yükseköğretim sisteminin cevap üretebilmesi mümkün değildir. Yeni dönemde beşeri sermayeye yapılacak yatırımlar, artık eğitim sistemlerinin dışına taşmaktadır. Bu kapsamdaki tüm araştırmaların öne çıkarttıkları stratejik alanın yaşam boyu öğrenme olması bu gerçeğin altını çizmektedir. Yaşam boyu öğrenme sadece yeni mezun olup istenilen becerilere sahip olmayan bireyler için değil, ayrıca mevcut çalışanların işgücü piyasasındaki dayanıklılıklarını tahkim etmek için de artık bir zorunluluktur. Ülkemizin temel beceri değişikliği beklentisi en yüksek ülkeler arasında yer alması da bu zorunluluğa vurguda bulunmaktadır. Dolayısıyla, ülkemizde üniversitelerimizin sürekli eğitim merkezlerinin ve TOBB Akademi, İSO Akademi gibi iş dünyası temsilcilerimizin beceri geliştirme ve yeniden beceri kazandırmaya yönelik yaşam boyu öğrenme merkezlerinin sayısının, kapasitelerinin ve verimliliklerinin artırılması gerekmektedir.
Ayrıca, bu dönüşümle özellikle istihdam alanları daralan yükseköğretim mezunlarının işsiz kalmaları ciddi sorunlara yol açacaktır. Üretken yapay zekâ gibi teknolojilerin ekonomide hızlı değişimlere yol açması, bazı sektörlerin büyürken diğerlerinin daralmasına neden olmaktadır. Bu nedenle değişen işgücü piyasası dinamiklerine hızla cevap üretebilmek için kısa süreli eğitimlerle yeni mesleklere ve istihdam alanlarına yönlendiren ve beceri transferine imkân tanıyan, işgücü piyasası tarafından tanınan beceri transfer merkezleri kurulmalıdır. Böylece, işgücünün istihdam kapasitesi daralan bir sektörden genişleyen veya konumunu koruyan diğer sektörlere geçişi ve hareketliliği kolaylaştırılmalıdır. Bu geçiş sürecinde iş gücünün uyum sağlayabilmesi için, iş değiştirmeyi zorlaştıran yapısal engellerin de ortadan kaldırılması gerekmektedir. Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) bu konuda öncü, düzenleyici ve koordine edici bir rol üstlenmelidir.
Örneğin, bu kapsamda daha önceki bir yazımda meslek liseleri ve meslek yüksekokulları (MYO) bağlamında bir öneri de bulunmuştum. Şu anki uygulamada meslek lisesi ve diğer liselerden mezun olup bir MYO programını kazanan öğrenciler arasında eğitim süresi açısından bir fark bulunmamaktadır. Örneğin, ortaöğretimde elektrik alanında 4 yıllık bir eğitimi tamamlayan bir öğrenci, herhangi bir MYO'nun elektrik programına kayıt olduğunda, ortaöğretimde elektrik alanında hiçbir eğitim almamış ve aynı MYO programına yerleşmiş öğrenciyle aynı dersleri iki yıl süreyle almaktadır. Dolayısıyla, mevcut yapının gözden geçirilmesine yönelik ihtiyaç açıktır. Bu kapsamda yürürlükte olan Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi (TYÇ) önceki yeterliliklerin değerlendirilmesi için önemli bir dayanak sağlamaktadır. Meslek lisesinde alınan eğitimin devamı niteliğinde bir MYO programını kazanan öğrenciye yönelik önceki yeterliliklerini dikkate alan ve eğitim süresini yaz dönemini de kullanarak 1 yıla düşüren yeni bir MYO programının geliştirilmesi, ortaöğretim kademesindeki mesleki eğitim ile yükseköğretim arasındaki ilişkiyi çok daha güçlü kılacaktır. Bu programda yer alacak meslek lisesi mezunlarının programa kabulünde hazır bulunuşlukları ölçülmeli, değerlendirilmeli ve başarılı olanlar bu programa alınmalıdır. Böyle bir yapı, önceki yetkinlikleri tanıyarak meslek liselerinin değerini de artıracaktır. Ayrıca, MYO’lardaki eğitimin verimliliğini artırarak başarılı gençlerin işgücü piyasasına daha erken girmelerini sağlayacaktır.
Yükseköğretimde bu tip esnekliklere ihtiyaç var. Örneğin, yükseköğretim süresini kısaltmadan mevcutta iki sömestri devam eden öğretim yaz aylarını da kullanarak üç sömestre çıkartılabilir ve isteyen başarılı lisans öğrencilerinin daha kısa sürede (örneğin 3 yılda) mezun olabilmelerine imkân veren esnek bir yapı kurulabilir. Bu yaklaşım yukarda değinildiği gibi ön lisans programları için de yaygınlaştırılabilir. YÖK’ün yeni yaklaşımının da bu doğrultuda olduğu, yaz okullarını yeniden yapılandırarak başarılı öğrencilerin daha kısa sürede mezun olabileceği bir yapı oluşturulmaya çalışıldığı görülüyor. Bu pilot uygulamada karşılaşılan sorunlar çözüldükçe ilerleyen süreçlerde mevcut dersler de yeniden yapılandırılarak süre ile ilgili daha esnek bir yapı kurulabilir. Ayrıca, ortaöğretim düzeyinde alınan bazı derslerin yükseköğretimde sayılmasına yönelik yeni açılımlar da yapılabilir.
Diğer taraftan, yükseköğretimle ilgili temel sorunlardan bir tanesi de işgücü piyasasında yeterli istihdam imkânının bulunmaması, dolayısıyla üniversite mezunlarının yeterlilik olarak lise mezunlarının çalışması gereken işlerde çalışmak zorunda kalmalarıdır. Bu nedenle, asıl odaklanılması gereken bir taraftan işgücü piyasasında arz-talep dengesini sağlamak, diğer taraftan ise işgücü piyasasında istihdam kapasitesini artırmaktır.
Meslekler arası geçiş kolaylaştırılmalı
Günümüzde otomasyonun yaygınlaşması ve özellikle yapay zekâ teknolojileri ile birlikte işgücü piyasalarındaki beceri beklentilerinde çok hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır. Artık yeni bir döneme girilmektedir. Çoğu meslek işlevsiz hale gelmekte ve yeni meslekler ortaya çıkmaktadır. Dahası, yapay zekâ artık beyaz yakalıları hedef almaktadır. Dolayısıyla, yükseköğretimde bu dönüşüme cevap olabilecek yeni bir yapılanmaya ihtiyaç açıktır. Yeni dönemin anahtar sözcüklerinin yapay zekâ ve yaşam boyu öğrenme olduğu açıktır. Eğitim sistemimizi bu hızlı dönüşüme ayak uyduracak şekilde yeni yaklaşımlarla tahkim etmek stratejik bir adım olacaktır. YÖK’ün yapay zekâya yönelik programlar açmış olması elbette çok değerlidir. Ancak, yapay zekâ tüm yükseköğretim programlarını etkilemektedir. Bu nedenle tüm yükseköğretim programlarında programın bağlamına uygun bir şekilde yapay zekâ becerilerini güçlendirmeye ve risklerine karşı farkındalığı artırmaya yönelik dersler müfredata dâhil edilmelidir. Elbette, yükseköğretimdeki tüm akademisyenlerin de yapay zekâ okuryazarlığının artırılması ve sürekli güncellenmesine yönelik eğitimlerin düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yükseköğretim öğrencileri yapay zekâyı aktif kullanırken akademisyenlerin geri kalması ölçme değerlendirme açısından da asimetrik bir duruma yol açacaktır.
Diğer taraftan, hızla değişen ve beceri setlerini buna göre dönüştüren dev dalgaya karşı tek başına yükseköğretim sisteminin cevap üretebilmesi mümkün değildir. Yeni dönemde beşeri sermayeye yapılacak yatırımlar, artık eğitim sistemlerinin dışına taşmaktadır. Bu kapsamdaki tüm araştırmaların öne çıkarttıkları stratejik alanın yaşam boyu öğrenme olması bu gerçeğin altını çizmektedir. Yaşam boyu öğrenme sadece yeni mezun olup istenilen becerilere sahip olmayan bireyler için değil, ayrıca mevcut çalışanların işgücü piyasasındaki dayanıklılıklarını tahkim etmek için de artık bir zorunluluktur. Ülkemizin temel beceri değişikliği beklentisi en yüksek ülkeler arasında yer alması da bu zorunluluğa vurguda bulunmaktadır. Dolayısıyla, ülkemizde üniversitelerimizin sürekli eğitim merkezlerinin ve TOBB Akademi, İSO Akademi gibi iş dünyası temsilcilerimizin beceri geliştirme ve yeniden beceri kazandırmaya yönelik yaşam boyu öğrenme merkezlerinin sayısının, kapasitelerinin ve verimliliklerinin artırılması gerekmektedir.
Ayrıca, bu dönüşümle özellikle istihdam alanları daralan yükseköğretim mezunlarının işsiz kalmaları ciddi sorunlara yol açacaktır. Üretken yapay zekâ gibi teknolojilerin ekonomide hızlı değişimlere yol açması, bazı sektörlerin büyürken diğerlerinin daralmasına neden olmaktadır. Bu nedenle değişen işgücü piyasası dinamiklerine hızla cevap üretebilmek için kısa süreli eğitimlerle yeni mesleklere ve istihdam alanlarına yönlendiren ve beceri transferine imkân tanıyan, işgücü piyasası tarafından tanınan beceri transfer merkezleri kurulmalıdır. Böylece, işgücünün istihdam kapasitesi daralan bir sektörden genişleyen veya konumunu koruyan diğer sektörlere geçişi ve hareketliliği kolaylaştırılmalıdır. Bu geçiş sürecinde iş gücünün uyum sağlayabilmesi için, iş değiştirmeyi zorlaştıran yapısal engellerin de ortadan kaldırılması gerekmektedir. Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) bu konuda öncü, düzenleyici ve koordine edici bir rol üstlenmelidir.