M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Nasıl anlatılır bilmiyorum ama bazen bir kare fotoğraf konuşulamayanı anlatır:
Yarısına kadar açılmış, üzerinde “Rojin Öğretmenin Sınıfı” yazılı bir kapı.
Rojin’in elinde kitap, etrafında çocuklar…
Güneş içeri süzülürken kapının eşiğinde kızını gülümseyerek izleyen bir baba.
Rojin sanki birazdan kitabı kapatıp ona dönecekmiş gibi.
Ama dönmüyor.
Oysa o karede bir babanın övüncü var; kızının kendi elleriyle kurduğu geleceğe duyduğu güven var.
O an, zamana kazınmış bir adalet isteği gibi orada kalıyor.
Çünkü o gün kızını sınıfın kapısında bekleyen baba, bugün kızının katillerinin bulunması için bir yıldır adaletin kapısında bekliyor.
Nizamettin Kabaiş’in hikâyesi, bu ülkenin en tanıdık hikâyelerinden biri artık: Kızı Rojin’in Van’da kaybolduktan 18 gün sonra sahilde cansız bedeni bulundu. Dosya önce “intihar” denilerek kapatılmak istendi. Deliller karıştırıldı, raporlar geciktirildi, kamera kayıtları kayboldu, DNA örnekleriyle oynandı…
Ve geriye, tüm bunlarla savaşmak zorunda kalan bir baba kaldı.
Baba Nizamettin, kızını kaybettikten sonra işini gücünü bıraktı. Bir yıldır hayatının tek meselesi, “Rojin’e ne oldu?” sorusunun cevabını bulmak.
Oysa onun aradığı yalnızca katil değil; adaletin kendisi.
Her sabah aynı sorularla uyanıyor, aynı sorularla yatağa giriyor. Kâğıtlar, dilekçeler, raporlar, çelişkiler… Bu ülkenin bürokrasisiyle tanışıyor.
Elinde kanıtlarla, savcılıktan adli tıpa, Van’dan Ankara’ya koşuyor.
Adaletin umarsızlığını, devletin sessizliğini, toplumun kayıtsızlığını delmeye çalışıyor.
Belki bir savcının vicdanına, belki bir hâkimin dürüstlüğüne, belki de toplumun hâlâ utanma duygusuna dokunabilirim umudunu taşıyor.
Onun mücadelesi sadece bir baba refleksi değil; bir yurttaş direnişi.
Kayıtsızlığa, korkuya, örtbas etme çabalarına suskunluğa karşı verilen bir savaş bu.
Bir babanın adalet için verdiği hukuk mücadelesi, aslında hepimizin sınavı.
Çünkü bir baba yalnız bırakıldığında, hepimiz biraz suç ortağı oluruz.
Tam da bu nedenle bu fotoğrafı unutmayın…
Sınıfın kapısında gülümseyerek kızına bakan bu babayı unutmayın.
Çünkü o bir kare fotoğrafta kaybedilmiş bir kız çocuğu, ertelenmiş bir adalet, bu adalet için direnen bir babanın umudu var.
Nizamettin Kabaiş’in yüzündeki o gurur, şimdi yerini yorgun bir kararlılığa bırakmış olsa da o kararlı: “Ben kızımın peşini bırakmam. Devlet bıraksa da ben bırakmam.”
Bu ülke, umarım o babanın yalnız yürüyüşünü bir gün hatırlar.
Umarım diyorum çünkü bugünün dünyası; insanların vicdansızlıklarını görünür ama vicdanın kendisini görünmez kılan bir yere dönüştü.
Öyle ki, insanlar evladını bir cinayete kurban veren acılı bir babayı bile ya tehdit ediyor ya da aşağılayabiliyor. Bunu yapanlar yalnız bir suçun faili değil; aynı zamanda ihmalin ve unutmanın, bir göstergesi. Tarih bize en büyük kötülüğün sıradan insanların kayıtsızlığından doğduğunu, söyler. Rojin’in dosyasında da işte o sıradan kötülük hüküm sürüyor... Hiçbir baba, kızının mezarı başında “neden” sorusunu tek başına sormamalıdır.
Yarısına kadar açılmış, üzerinde “Rojin Öğretmenin Sınıfı” yazılı bir kapı.
Rojin’in elinde kitap, etrafında çocuklar…
Güneş içeri süzülürken kapının eşiğinde kızını gülümseyerek izleyen bir baba.
Rojin sanki birazdan kitabı kapatıp ona dönecekmiş gibi.
Ama dönmüyor.
Oysa o karede bir babanın övüncü var; kızının kendi elleriyle kurduğu geleceğe duyduğu güven var.
O an, zamana kazınmış bir adalet isteği gibi orada kalıyor.
Çünkü o gün kızını sınıfın kapısında bekleyen baba, bugün kızının katillerinin bulunması için bir yıldır adaletin kapısında bekliyor.
***
Nizamettin Kabaiş’in hikâyesi, bu ülkenin en tanıdık hikâyelerinden biri artık: Kızı Rojin’in Van’da kaybolduktan 18 gün sonra sahilde cansız bedeni bulundu. Dosya önce “intihar” denilerek kapatılmak istendi. Deliller karıştırıldı, raporlar geciktirildi, kamera kayıtları kayboldu, DNA örnekleriyle oynandı…
Ve geriye, tüm bunlarla savaşmak zorunda kalan bir baba kaldı.
Baba Nizamettin, kızını kaybettikten sonra işini gücünü bıraktı. Bir yıldır hayatının tek meselesi, “Rojin’e ne oldu?” sorusunun cevabını bulmak.
Oysa onun aradığı yalnızca katil değil; adaletin kendisi.
Her sabah aynı sorularla uyanıyor, aynı sorularla yatağa giriyor. Kâğıtlar, dilekçeler, raporlar, çelişkiler… Bu ülkenin bürokrasisiyle tanışıyor.
Elinde kanıtlarla, savcılıktan adli tıpa, Van’dan Ankara’ya koşuyor.
Adaletin umarsızlığını, devletin sessizliğini, toplumun kayıtsızlığını delmeye çalışıyor.
Belki bir savcının vicdanına, belki bir hâkimin dürüstlüğüne, belki de toplumun hâlâ utanma duygusuna dokunabilirim umudunu taşıyor.
***
Onun mücadelesi sadece bir baba refleksi değil; bir yurttaş direnişi.
Kayıtsızlığa, korkuya, örtbas etme çabalarına suskunluğa karşı verilen bir savaş bu.
Bir babanın adalet için verdiği hukuk mücadelesi, aslında hepimizin sınavı.
Çünkü bir baba yalnız bırakıldığında, hepimiz biraz suç ortağı oluruz.
Tam da bu nedenle bu fotoğrafı unutmayın…
Sınıfın kapısında gülümseyerek kızına bakan bu babayı unutmayın.
Çünkü o bir kare fotoğrafta kaybedilmiş bir kız çocuğu, ertelenmiş bir adalet, bu adalet için direnen bir babanın umudu var.
Nizamettin Kabaiş’in yüzündeki o gurur, şimdi yerini yorgun bir kararlılığa bırakmış olsa da o kararlı: “Ben kızımın peşini bırakmam. Devlet bıraksa da ben bırakmam.”
Bu ülke, umarım o babanın yalnız yürüyüşünü bir gün hatırlar.
***
Umarım diyorum çünkü bugünün dünyası; insanların vicdansızlıklarını görünür ama vicdanın kendisini görünmez kılan bir yere dönüştü.
Öyle ki, insanlar evladını bir cinayete kurban veren acılı bir babayı bile ya tehdit ediyor ya da aşağılayabiliyor. Bunu yapanlar yalnız bir suçun faili değil; aynı zamanda ihmalin ve unutmanın, bir göstergesi. Tarih bize en büyük kötülüğün sıradan insanların kayıtsızlığından doğduğunu, söyler. Rojin’in dosyasında da işte o sıradan kötülük hüküm sürüyor... Hiçbir baba, kızının mezarı başında “neden” sorusunu tek başına sormamalıdır.