🎰 MistyCasino’a Giriş Yapmak İçin Tıkla!

Dede Korkut: Bozkırın bilgesi, halkın sesi

M

Mistycasino

Administrator
Yönetici
Hânım hey! Bir gün Kamgan oğlu Han Bayındır yerinden doğrulur…

68fbed563b681ccda513485a.jpg

Orhan Şaik Gökyay’ın Azra’ya ithafı


19 Temmuz 2025 tarihli yazım “Oğuz Kağan Destanı” ile ilgiliydi. Bu kez “Dede Korkut Hikâyeleri”ne dikkatinizi çekmek istedim. Hilmi Ziya Ülken “Destanlar” adlı kitabında, insanlık tarihi içinde destanların ne kadar önemli olduğunu belirtir: “İnsan tarih şuuruyla öteki varlıklardan ayrılır. Tabiat, tarihi olmadığı için değil, bir tarihi olduğunu bilmediği için insandan ayrı tetkik edilmelidir. İnsanların hayatı hatıraları nispetinde zengin olduğu gibi, cemiyetlerin hayatı da müşterek hatıralarının zenginliği nispetinde derin ve kuvvetlidir.” Geçmişimize ait ne kadar çok şey öğrenirsek, geleceği oluşturmakta da o kadar başarılı oluruz. Bizim kuşağımızın ilkokul ve ortaokulda okuduğu “Dede Korkut Hikâyeleri”, hem eğlenceli hem de eğitici olması açısından hayatımıza yön vermiştir. Acaba kaç kişi eğitim hayatı sürecinde veya sonrasında “Dede Korkut Hikâyeleri”ni okumuş, okuduğundan zevk almıştır? “Dede Korkut Hikâyeleri” içinde benim en çok ilgimi çeken ve hayat boyu sık sık karşılaştığım bazı olayları değerlendirmeme yardımcı olan “Deli Dumrul” hikâyesidir.

68fbed7d3b681ccda513485c.jpg

Dede Korkut

Oğuzların bilgesi Dede Korkut

Dede Korkut, Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî’ye göre Oğuzlar’ın Bayat boyuna, Ebu’l-Gazi Bahadır Han’a göre ise Kayı boyuna mensup bir kişidir. “Saltuknâme”de ise Dede Korkut’un Osmanlılarla aynı soydan olduğu ileri sürülür. Hacı Bektâş-ı Velî “Vilâyetnâmesi”nde Korkut Ata, Oğuz hükümdarı Bayındır Han ve onun beylerbeyi Kazan ile birlikte anılır; bunların ölümü sonrasında Oğuz birliğinin dağıldığı söylenir. Oğuz Türklerinin bilinen en eski epik hikâyelerini içeren bu destan, göçebe Türk halklarının sosyal yaşam tarzlarını ve İslâm öncesi inançları içinde önemli olan ahlâk anlayışını ve toplumsal değerleri yansıtır.

68fbedba3b681ccda513485f.jpg

Korkut Ata heykeli, Türkmenistan, Aşkabat

Efsaneler arasında bir ömür

Zeki Velidi Togan, Dede Korkut’un İslâm’dan önce yaşamış olmakla beraber, bazı kaynaklarda Hz. Peygamber zamanına da yetişmiş gösterildiğinden, onu Göktürkler devrindeki Oğuz hükümdarları döneminde devlete hizmet eden bir Türk bilgesi sayılabileceği görüşündedir. Oğuzların İslâmiyet’i kabulüne ve Dede Korkut’a dair farklı rivayetlerde bulunmaktadır. Halk arasında yaygın bir rivayete göre Dede Korkut, aydınlık ve berrak gözlü bir dev kızından dünyaya gelmiştir. Boyu 60 arşındır. Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî ve Ebu’l-Gazi Bahadır Han, onun 295 yıl yaşadığını söylemektedirler. Bir başka rivayete göre ise 100 yıl yaşamıştır. Siriderya (Seyhun) Nehri’nin sol yakasında kurulmuş bir kazak obasında yaşamış, ölünce nehrin sağ kıyısına gömülmüştür. Kazaklar arasında yaygın bir menkıbeye göre, yirmi yaşında gördüğü bir rüyasında ak elbiseler giymiş bazı kişiler ona kırk yıl yaşayacağını haber vermiş, bunun üzerine Korkut ölümsüzlük istemiştir. Karşılık beklemeden yaptığı yardımlar Allah katında makbul görülür ve bir gün uykudayken Allah ona, “Ölümü kendin arzu etmedikçe ölmeyeceksin,” demiştir. Türkler arasında büyük bir bilge olarak değerlendirilen Dede Korkut ile ilgili çok sayıda benzer rivayet bulunmaktadır.

68fbedd33b681ccda5134861.jpg

Dede Korkut’un mezarı, Kızılorda, Kazakistan

Derbend’den Ahlat’a Korkut Ata’nın izleri

Alman İmparatorluğu’nun Moskova ve İran elçisi Adam Olearius, 1683 yılında “İmam Korkut” adıyla andığı bir kişinin Derbend şehri yakınlarında bulunan mezarını gördüğünü anlatır. Küçük bir ırmağın kenarında bulunan mezar, kaya içine oyulmuş büyük bir mağara şeklinde olup içinde tahta bir tabut vardır. Siriderya havzasında yaşayan Kırgız, Kazak, Karakalpak ve Türkmenler tarafından ziyaret edilen ve Korkut Ata’nın kabri olarak bilinen bir mezar daha bulunmaktadır. Evliya Çelebi ise 1655 yılında gördüğü Ahlat’tan bahsederken, “Ahlat’ta yatanlardan birisi de Korkut Han’dır,” demektedir. Korkut Ata, Kazak halkı arasında bir Müslüman ermiş olarak tanınmaktadır.

Göçebe Türklerin yüceltip kutsallaştırdığı, bozkır hayatının gelenek ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan bir Oğuz büyüğüdür. Halkın atası, kabilenin reisi, bilgin; güçlü bir halk ozanı ve bilge olarak Dede Korkut, anlatılan hikâyelerin hemen hepsinde önemli bir karakter olarak ön plana çıkar. Hanlar güç durumlarda ona danışırlar; öğütler veren, yol gösteren, içinden çıkılmaz gibi görünen güçlükleri çözen hep odur. Ali Şîr Nevâî, onun Türk milleti arasında büyük bir yeri olduğunu, kendisinden nice yıl önceki ve sonraki birçok şey hakkında öğütler verdiğini söyler.

Yüzyılları aşan bir miras

Oğuzlar’ın destanî hayatını anlatan on iki hikâyeden oluşan Dede Korkut Kitabı’nın iki nüshası günümüze ulaşır. “Kitâb-ı Dedem Korkuda Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân” başlığını taşıyan Dresden nüshası, 1815 yılında Heinrich Friedrich Von Diez tarafından bulunmuştur. Dresden Kraliyet Kütüphanesi’nde muhafaza edilen eser, pek de güzel olmayan bir nesihle yazılmış olup her sayfasında on üç satır bulunmaktadır. İkinci nüsha ise Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Kitaplarda geçen Karacukdağ, Karşuyatan, Karadağ, Aladağ gibi coğrafya isimleri, bu hikâyelerin Oğuzların Türkistan’dan ayrılmadan önceki dönemine ait olduğunu göstermektedir. Daha sonraları Oğuzların batıya göç etmeleriyle birlikte bu isimler değişikliğe uğramış ve yeni yerleşim alanlarına göre değiştirilmiştir.

Toyda üç çadır: Dirse Han’ın hikâyesi

“Hânım hey! Bir gün Kamgan oğlu Han Bayındır yerinden doğrulur. Çadırını yeryüzüne diktirir, direği gökyüzüne yükselir. Bin yere ipek halı döşenir. Hanlar hanı Han Bayındır yılda bir kez toy edip Oğuz beylerini konuklar.”

Bu kez bir emir verir: biri kara, biri kızıl, biri de ak olmak üzere üç çadır kurulacaktır. Kimin ki oğlu ya da kızı yoksa kara çadıra kondurulacak; altına kara keçe döşenecek, önüne kara koyun yahnisi sunulacaktır. İsterse yiyecek, istemezse kalkıp gidecektir. Kızı olan kızıl çadırda, oğlu olan ise ak çadırda misafir edilecektir.

Dirse Han adlı beyin çocuğu yoktur. Kara çadıra alındığında sorar: “Bayındır Han benim ne eksiğimi gördü?”

Hânım, bugün Bayındır Han’dan buyruk şöyledir: “Oğlu, kızı olmayanı yüce Tanrı hor görmüştür, biz de hor görürüz.” Bunun üzerine Dirse Han çok üzülür ve yiğitlerini toplayarak toyu terk eder. Evine dönen Dirse Han, karısını yanına çağırıp seslenir.

“Beri gelsen, başım bahtı, evim tahtı!

Evden çıkıp yürüyende servi boylum,

Kurulu yaya benzer çatma kaşlım,

İkizi badem sığmayan dar ağızlım,

Güz elmasına benzer al yanaklım,

Kadınım, direğim, faziletlim.”

Hatununa bunları söyleyen Dirse Han’ın dizelerini ve karısının verdiği cevabı “Dede Korkut Hikâyeleri”nden takip edebilirsiniz.

68fbedfc3b681ccda5134863.jpg


Köprünün üstündeki yiğit: Deli Dumrul

Gelelim benim en sevdiğim hikâyeye: “Duba Koca oğlu Deli Dumrul Boyu.”

Oğuzda Duba Koca oğlu Deli Dumrul derlerdi, bir er vardı. Bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırmıştı; geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırdı. Bir gün köprünün yakınına bir oba konar. Bu obada yakışıklı, mert bir yiğit hastalanır ve ölür. Kimi “Oğul” diye, kimi “Kardaş” diye ağlar; ağıtlar yükselir. Bu yakarışlardan rahatsız olan Deli Dumrul ansızın obayı basar ve sorar:

- Bire kavatlar! ne ağlarsınız? Benim köprümün yanında bu gürültü nedir? Neye yas tutarsınız?

- Vallahi bey yiğit, Allahu Teâlâ’dan buyruk oldu; al kanatlı Azrail o yiğidin canını aldı. derler.

Azrail ile yüzleşme

Deli Dumrul merakla sorar: “Azrail dediğiniz ne kişidir ki adamın canını alır? Ya Kadir Allah, birliğin, varlığın hakkı için Azrail’i benim gözüme göster! Savaşayım, yahşi yiğidin canını kurtarayım. Bir daha yahşi yiğidin canını almasın.” der.

Bu sözler Ulu tanrıya hoş gelmez. Deli Dumrul obasına geri döner ve yiğitleriyle oturup söyleşirken çadıra Azrail girer. Deli Dumrul’dan başka kimse onu görmez. Eli ayağı tutmaz, gözleri görmez hâle gelen Deli Dumrul bir soylama söyler. Ardından sorar:

- Bre al kanatlı Azrail sen misin?

- Evet, benim.

- Bu yahşi yiğitlerin canını sen mi alırsın?

- Evet ben alırım.

- Bre kapıcılar, kapıyı kapatın. Bre Azrail ben seni geniş yerde arardım, dar yerde iyi elime geçtin öyle mi? Ben seni öldüreyim, yahşi yiğidin canını kurtarayım.”

Bir güvercine dönüşen Azrail, çadırın tepesindeki açıklıktan uçarak gider. Bunun üzerine eline doğanını alan Deli Dumrul, atına binip Azrail’i aramaya çıkar. Ancak bindiği atı ürküten Azrail, yere düşen Deli Dumrul’un göğsüne basarak onu etkisiz hâle getirir.

- Bre Azrail, aman!

- Tanrının birliğine yoktur güman!

- Ben seni böyle bilmezdim,

- Habersizce can aldığını duymazdım;



- Bre deli kavat, bana ne yalvarırsın? Ulu Tanrıya yalvar. Benim de elimde ne var? Ben de bir emir kuluyum,

- Ya, demek can veren, can alan Ulu Tanrı mıdır?

-Evet, odur.

Deli Dumrul, Azrail’e döner.

- Ya öyle ise sen ne işe yarar belâsın? Sen aradan çık, ben Ulu Tanrı ile haberleşeyim.

Merak edenler için Deli Dumrul’un hikâyesi devam eder.

Bir kitap, bir hatıra

Zaman zaman Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1986 yılında yayımlanan “Dede Korkut Hikâyeleri” adlı kitabı tekraren okurum. Bu kitabın benim için özel bir önemi de vardır. Kitabı dilimize kazandıran rahmetli Orhan Şaik Gökyay, bu nüshayı o zaman on yaşında olan kızım Azra’ya imzalayarak doğum günü armağanı olarak vermişti. O sırada seksen beş yaşında olan hocanın, on yaşındaki bir çocuğa karşı olan tutumu beni her zaman düşüncelere sevk eder. Böylesi bir insanla bir dönem birlikte olabilmenin mutluluğunu yaşarım.
 
Geri
Üst