M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Birleşmiş Milletler’in 17 Ekim’i “Dünya Yoksullukla Mücadele Günü” ilan etmesinin üzerinden 33 yıl geçti.
O günden bugüne dünya zenginleşti, teknolojiler devrim yaşadı, milyarderler uzaya çıktı…
Dünya Bankası, bugün dünya nüfusunun yüzde 8,5’inin, yani yaklaşık 700 milyon insanın, günde 2,15 doların altında 3,5 milyar insanın da günde 6,85 doların altında yaşadığını belirtiliyor.
Yani bir insanın hayatı, bir kahve parasına eşit.
Bu ikinci gruba artık “aşırı yoksul” değil, yalnızca “yoksul” deniyor. Yani sistem diyor ki: “Sen ölmeden yaşıyorsan, şükret.”
Bu rakamları her yıl duyuyoruz, sonra unutuyoruz. Yoksulluğun kendisi değişmiyor, yalnızca dili değişiyor. Eskiden “açlık” derdik, şimdi “gelir eşitsizliği” diyoruz.
Eskiden “yoksul halklar” vardı, şimdi “gelişmekte olan ülkeler” var.
Sözcükler inceliyor, vicdanlar kalınlaşıyor.
Peki insan, sadece yaşayabildiği kadar yaşayınca “yoksul” sayılmaktan kurtuluyor mu?
Sadece aç kalmayacak kadar yemek bulmak, “insanca yaşamak” mıdır?
O halde bizi hayvandan ayıran şey ne?
Ekonomik göstergeler, yoksulluğu matematiksel sınırlarla tarif ediyor.
Ama o sınırların arkasında yaşamakla sürünmek arasındaki farkı görmüyor.
Birleşmiş Milletler’in 2030 hedefi “yoksulluğu bitirmek.”
Ama bu hedefin finansmanı için dünya yılda 175 milyar dolar bile bulamıyor.
Oysa sadece 2024’te küresel savunma harcamaları 2,5 trilyon doları geçti.
Dünyadaki tüm yoksulluğu bitirmek, küresel silahlanma bütçesinin yalnızca yüzde 7’sine mal olurdu.
Yani her ülke, tankların, füzelerin, savaş uçaklarının bedelinden sadece küçük bir kısmını insana ayırsa; hiçbir çocuk aç kalmaz, hiçbir aile “yaşayabildiği için” şükretmek zorunda kalmazdı.
Ama sistem, insanı “maliyet” olarak görüyor. Açlığı bile kâr hesaplarıyla ölçüyor.
Bir insanın yaşam hakkını 2,15 dolarla sınırlandıran ekonomi, o insanın umut hakkını ise tamamen iptal ediyor.
Yoksulluğu kategorilere ayırmak, aslında vicdanı da bölmek demek.
Çünkü 2 dolarla yaşayan “yardım bekleyen”, 6 dolarla yaşayan ise “kurtulabilir” görülüyor.
Oysa her ikisi de aynı sistemin mağduru; biri görünür biçimde yoksul, diğeri görünmez biçimde. Bugün dünyada, her 9 insandan biri açlık çekiyor.
Ama aynı dünyada, en zengin 26 kişinin serveti, insanlığın yarısının toplam gelirine eşit.
Bu tablo, bir ekonominin değil, bir uygarlığın iflasıdır.
Dünya Bankası’nın raporları, açlığı ve yoksulluğu sayılarla anlatıyor.
Oysa gerçek soru şu:
İnsanın değeri gerçekten kaç dolar?
İnsanca yaşamak, karnını doyurmak mı, yoksa onuruyla var olabilmek mi?
Belki de yoksullukla değil, insanı “ekonomik bir varlık” haline getiren anlayışla mücadele etmedikçe hiçbir şey değişmeyecek.
Açlık ve yoksulluk artık dijital çağın arka sokaklarında. Bir yanda yapay zekâ, kuantum bilgisayarlar, Mars’a giden roketler…
Diğer yanda, hâlâ bir dilim ekmeğe muhtaç çocuklar.
İnsan değişmedikçe, teknoloji sadece sefaletin üzerini parlatan bir vitrin oluyor.
Onları görünmez kılan dünya, “geliştiğini” söylüyor ama insan aynı yerde sayıyor 2 dolarlık insan, 6 dolarlık insan, 60 dolarlık insan…
Açlığı ölçüyoruz ama anlamını yitiriyoruz.
Sonuç hep aynı: Yoksulluğu bile isteye bitirmeyen dünya kendi vicdansızlığını kutluyor. Bu da bize dünyanın geri kalan yarısının neye “yaşam” dediğini sorgulatıyor.
O günden bugüne dünya zenginleşti, teknolojiler devrim yaşadı, milyarderler uzaya çıktı…
Dünya Bankası, bugün dünya nüfusunun yüzde 8,5’inin, yani yaklaşık 700 milyon insanın, günde 2,15 doların altında 3,5 milyar insanın da günde 6,85 doların altında yaşadığını belirtiliyor.

Yani bir insanın hayatı, bir kahve parasına eşit.
Bu ikinci gruba artık “aşırı yoksul” değil, yalnızca “yoksul” deniyor. Yani sistem diyor ki: “Sen ölmeden yaşıyorsan, şükret.”
Bu rakamları her yıl duyuyoruz, sonra unutuyoruz. Yoksulluğun kendisi değişmiyor, yalnızca dili değişiyor. Eskiden “açlık” derdik, şimdi “gelir eşitsizliği” diyoruz.
Eskiden “yoksul halklar” vardı, şimdi “gelişmekte olan ülkeler” var.
Sözcükler inceliyor, vicdanlar kalınlaşıyor.
***
Peki insan, sadece yaşayabildiği kadar yaşayınca “yoksul” sayılmaktan kurtuluyor mu?
Sadece aç kalmayacak kadar yemek bulmak, “insanca yaşamak” mıdır?
O halde bizi hayvandan ayıran şey ne?
Ekonomik göstergeler, yoksulluğu matematiksel sınırlarla tarif ediyor.
Ama o sınırların arkasında yaşamakla sürünmek arasındaki farkı görmüyor.
Birleşmiş Milletler’in 2030 hedefi “yoksulluğu bitirmek.”
Ama bu hedefin finansmanı için dünya yılda 175 milyar dolar bile bulamıyor.
Oysa sadece 2024’te küresel savunma harcamaları 2,5 trilyon doları geçti.
***
Dünyadaki tüm yoksulluğu bitirmek, küresel silahlanma bütçesinin yalnızca yüzde 7’sine mal olurdu.
Yani her ülke, tankların, füzelerin, savaş uçaklarının bedelinden sadece küçük bir kısmını insana ayırsa; hiçbir çocuk aç kalmaz, hiçbir aile “yaşayabildiği için” şükretmek zorunda kalmazdı.
Ama sistem, insanı “maliyet” olarak görüyor. Açlığı bile kâr hesaplarıyla ölçüyor.
Bir insanın yaşam hakkını 2,15 dolarla sınırlandıran ekonomi, o insanın umut hakkını ise tamamen iptal ediyor.
Yoksulluğu kategorilere ayırmak, aslında vicdanı da bölmek demek.
Çünkü 2 dolarla yaşayan “yardım bekleyen”, 6 dolarla yaşayan ise “kurtulabilir” görülüyor.
Oysa her ikisi de aynı sistemin mağduru; biri görünür biçimde yoksul, diğeri görünmez biçimde. Bugün dünyada, her 9 insandan biri açlık çekiyor.
Ama aynı dünyada, en zengin 26 kişinin serveti, insanlığın yarısının toplam gelirine eşit.
Bu tablo, bir ekonominin değil, bir uygarlığın iflasıdır.
***
Dünya Bankası’nın raporları, açlığı ve yoksulluğu sayılarla anlatıyor.
Oysa gerçek soru şu:
İnsanın değeri gerçekten kaç dolar?
İnsanca yaşamak, karnını doyurmak mı, yoksa onuruyla var olabilmek mi?
Belki de yoksullukla değil, insanı “ekonomik bir varlık” haline getiren anlayışla mücadele etmedikçe hiçbir şey değişmeyecek.
***
Açlık ve yoksulluk artık dijital çağın arka sokaklarında. Bir yanda yapay zekâ, kuantum bilgisayarlar, Mars’a giden roketler…
Diğer yanda, hâlâ bir dilim ekmeğe muhtaç çocuklar.
İnsan değişmedikçe, teknoloji sadece sefaletin üzerini parlatan bir vitrin oluyor.
Onları görünmez kılan dünya, “geliştiğini” söylüyor ama insan aynı yerde sayıyor 2 dolarlık insan, 6 dolarlık insan, 60 dolarlık insan…
Açlığı ölçüyoruz ama anlamını yitiriyoruz.
Sonuç hep aynı: Yoksulluğu bile isteye bitirmeyen dünya kendi vicdansızlığını kutluyor. Bu da bize dünyanın geri kalan yarısının neye “yaşam” dediğini sorgulatıyor.