M
Mistycasino
Administrator
Yönetici
Merkezi Paris’te bulunan ICOM (Uluslararası Müzeler Konsülü) müzeleri “Eserleri toplayan, saklayıp koruyan, sergileyen ve kâr amacı gütmeyen sürekli bir eğitim kurumu” olarak tanımlar. Müzelerin ortaya çıkışına giden en erken yol savaşlarda elde ganimetlerin saraylarda güç, statü ve gösteriş objeleri olarak barındırılması ile oluştu. Bir krala ait kılıç ya da bir kraliçeye ait olan imparatorluk tacı yalnızca barındırdığı mücevherlerle değil aynı zamanda asırlar içerisinde meydana gelen aidiyetin de en somut ve en sembolik ifadeleriydi.
“The Concert”
18.YY ortalarından başlayan batının doğuya karşı merakı ve araştırma tutkusu 19.YY ve boyunca muazzam bir ivme kazanarak devam etti. Bu durum 20. YY ortalarına kadar süren korkunç bir kültürel ve arkeolojik talanı da ne yazık ki beraberinde getirdi. Başta İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD olmak üzere birçok batı ülkesi doğu medeniyetlerinin kadim arkelojik yerleşimlerini bilimsel kazı adı altında yağmaladı. Götürülen bu serlerle günümüzün en saygın (!) müzeleri ortaya çıktı. Bu yağmadan İstanbul Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii, Kasımpaşa Piyale Paşa Camii ve Eyüp Sultan çinileri de maalesef payına düşeni aldı. Truva Hazineleri, Datça’daki Knidos Aslanı ve daha nice kültür varlığımız çalınarak günümüzde batı müzelerine götürülmüş durumda. Bu akış içerisinde zamanla oluşturulan müzelerin korunması ise başlı başına ciddi bir iş yükünü ve sorumluluğu da beraberinde getirdi.
Dünyanın en zengin koleksiyonlarına sahip British Museum ve Louvre Müzeleri başta olmak üzere birçok müze defalarca soyulma girişimiyle karşılaştı.
Paris’teki Louvre Müzesi’nin efsanevi Mona Lisa tablosu bile 1911’de bir pazartesi sabahı çalındı; hırsız, eski bir çalışan kimliğiyle müzeye girip tabloyu çerçevesinden çıkararak ceketi altına sakladı ve kimseye görünmeden dışarı çıktı. La Gioconda’nın kaybolduğu ancak ertesi gün fark edilebildi ve tablo ancak iki yıl sonra İtalya’da ortaya çıkarılabildi. Aradan geçen bir asırdan fazla zamana ve teknolojik ilerlemelere rağmen, Londra’daki görkemli British Museum bile benzer bir akıbetten kaçamadı: 2023 yılında müze, envanterindeki yaklaşık iki bin küçük tarihi eser ve mücevherin yıllar boyunca içerden çalınarak kaybolduğunu itiraf etti.
Üzerinden 35 yıl geçti
Bir diğer ibret verici vaka, 1990 yılında Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi soygunu. Gece yarısı sahte polis memuru kılığında gelen iki hırsız, güvenlik görevlilerini etkisiz hâle getirerek Rembrandt ve Vermeer gibi ustaların başyapıtlarını duvarlardan söküp çaldı. Sadece 81 dakika içinde tam 13 eser ortadan kayboldu; aralarında Johannes Vermeer’in “The Concert” tablosu ve Rembrandt’ın “Denizde Fırtına” adlı eserinin de bulunduğu bu eşsiz koleksiyon, bugüne dek bir daha gün yüzü görmedi. Olayın üzerinden 35 yıl geçti ama ne failler yakalanabildi ne de sanat eserleri geri döndü. Gardner Müzesi, çalınan tabloların boş çerçevelerini hâlâ duvarlarında asılı tutuyor.
Yeşil Kasa soygunu
Hatta kraliyet mücevherleri dahi hırsızların iştahını kabartan hedefler olmuş durumda. Almanya’da Dresden şehrindeki ünlü Grünes Gewölbe (Yeşil Kasa) soygunu, bunun çarpıcı bir örneği. 25 Kasım 2019 sabahı, iyi planlanmış bir operasyonla hırsızlar müzenin yakınındaki bir elektrik panosunu ateşe vererek alarm sistemini devre dışı bıraktılar. Ardından karanlığa bürünen sarayın penceresindeki demir parmaklıkları kesip içeri sızdılar. Sadece birkaç dakika içinde cam vitrinleri baltayla parçalayarak 18. yüzyıldan kalma paha biçilmez Saksonya kraliyet mücevherlerini aralarında 62 karatlık meşhur Dresden Beyaz Elması da vardı çalıp aynı pencereden kayıplara karıştılar. Müzenin kalbi sayılan bu hazine, değer biçilemeyecek kadar kıymetliydi; toplam maddi değeri bazı kaynaklarda bir milyar euro olarak tahmin edildi. Olayın şoku yıllarca sürdü. Nihayet 2022’de soygundan sorumlu çetenin üyeleri yakalandığında, çalınan parçaların bir kısmı (31 parça mücevher) pazarlıklar sonucu geri getirilebildi. Yine de koleksiyondaki bazı eşsiz elmaslar hâlâ kayıp. Hırsızlar ellerindeki en değerli taşı, örneğin o 62 karatlık elması, asla iade etmedi.
Alıntı Metni
Bir başka cüretkâr soygun
Bir başka cüretkâr mücevher soygunu da çok kısa süre önce Fransa’da yaşandı. Ekim 2025’te Louvre Müzesi’nde sergilenen İmparator Napolyon ve eşi İmparatoriçe Joséphine’e ait tarihi mücevherler maskeli bir çete tarafından sadece yedi dakika içinde çalındı. Bu soygunların ortak noktası, çoğunlukla güvenlik zaafiyetlerive ihmaller zincirini kullanmaları.
Louvre’da Mona Lisa’nın çalındığı dönemde tabloda ne alarm sistemi ne de yeterli koruma vardı; Vincenzo Peruggia adlı hırsız eski bir çalışan üniformasıyla hiçbir engelle karşılaşmadan müzeye girip eseri alabilmişti. Gardner Müzesi soygununda hırsızlar, en temel güvenlik protokollerini atlatıp bekçileri kandırarak içeri sızdılar müze çalışanlarının eğitim ve dikkat eksikliği böyle trajik bir sonuca yol açtı. Dresden’de son teknoloji alarm ve kamera sistemleri bulunmasına rağmen, hırsızlar fiziksel alt yapıyı hedef alarak (elektrik kutusunu yakmak gibi) sistemleri safdışı bırakmayı başardılar.
‘Mona Lisa’’
Kurumsal ihmal
Öte yandan, British Museum’da yaşananlar gösterdi ki güvenlik açığı bazen dramatik bir soygundan ziyade kurumsal ihmalle de ortaya çıkabiliyor: Yıllarca envanter kayıtlarının tam tutulmaması ve denetim eksikliği yüzünden bir çalışan tarafından içeriden sayısız eser çalındı, ancak çok geç fark edildi. Bu farklı örneklerin hepsi, gerek basit gerek sofistike yöntemlerle, müze güvenliğinde açık kapılar bulunabildiğini ortaya koyuyor.
Çalınan eserlerin karanlık rotası
1976’da Louvre’dan çalınan Fransız Kralı X. Charles’a ait mücevherli bir kılıç aradan neredeyse yarım asır geçmesine rağmen hâlâ kayıp. Gardner Müzesi’nden çalınan Vermeer ve Rembrandt tabloları da 30 yılı aşkın süredir karanlıkta sanki buhar olup uçtular. Dahası, çalınan eserlerin rotası çoğu zaman karanlık bir uçuruma çıkıyor: Bu parçalar, alıcı bulamadıkları için kara borsada el altından satılıyor veya suç örgütlerince fidye pazarlıklarında koz olarak kullanılabiliyor. Önemli başyapıtlar açık artırmalarda kolayca satılamadığı için adeta kriminal piyasalarda bir para birimi haline geliyor. Nitekim sanat hırsızları, çaldıkları tablo ve heykelleri uyuşturucu veya silah kaçakçılarına rehin verip borç takasına girebiliyor. Böyle olunca çalınan kültür varlıklarının izini sürmek on yıllar alabiliyor veya imkânsızlaşıyor.
Bugün uluslararası müzeler her ne kadar güvenlik protokollerini güçlendirse de (örneğin RFID etiketleri, gelişmiş envanter sistemleri, sıkı aramalar), kültürel mirasımız hâlen tehdit altında. Çünkü sanat eserleri ve tarihi objeler, yalnızca bulundukları vitrinler için değil, küresel bir mafyatik düzen için de kıymet ifade ediyor.
Kültür varlıklarının yasal olmayan ticaretine karşı sıfır tolerans gösteren bir küresel tutum benimsendiğinde, hırsızlar için cazibe de azalacaktır.
“Çığlık”
“Zayıf güvenlik için teşekkürler”
Edvard Munch’un dünyaca ünlü “Çığlık” tablosu da hırsızların hedefi olmaktan kurtulamadı üstelik iki kez. 12 Şubat 1994’te Lillehammer Kış Olimpiyatları sürerken Oslo’daki Norveç Ulusal Galerisi’ne giren hırsızlar, müzenin güvenliğinin zayıflığını fırsat bilerek “Çığlık”ı duvardan indirip çaldılar ve geride alaycı bir not bıraktılar: “Zayıf güvenlik için teşekkürler”. Eser birkaç ay sonra bir polis operasyonuyla ele geçirilse de uluslararası bir skandala dönüşen bu olay, sanat eserlerinin ne kadar kolay çalınabildiğine dair sert bir uyarı oldu. Ne yazık ki ders alınamadı: 2004’te bu kez Oslo’daki Munch Müzesi silahlı soyguncuların baskınına uğradı. Maskeli iki kişi, müze kapanışına doğru içeri dalıp “Çığlık” tablosunun bir diğer versiyonunu ve Munch’un “Madonna” adlı eserini gün ışığında silah zoruyla çaldı. Bu iki tablo da ancak 2006’da bulunabildi ve ağır hasar gördükten sonra restorasyonla kurtarılabildi.