🎰 MistyCasino’a Giriş Yapmak İçin Tıkla!

Töre bozulunca

  • Konbuyu başlatan Mistycasino
  • Başlangıç tarihi
M

Mistycasino

Administrator
Yönetici
68f294743b681ccda513213a.jpg

Câhiz’in “Türklerin Faziletleri” adlı kitabı, sadece bir tarih metni değil; bugün yeniden hatırlamamız gereken bir ahlâk çağrısıdır. Töre bozulunca toplum da bozulur…

68f293213b681ccda5132122.jpg

Türk süvarilerinin disiplinli savaş düzeni


Arap edebiyatının en büyük yazarlarından ve Mu’tezile kelamcılarından biri olan Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Câhiz el- Kinânî’nin 767-777 yılları arasında Basra’da dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Uzun bir ömür süren Câhiz, Ocak 869 tarihinde Basra’da vefat eder.

Arap düzyazısının ustası

İslâm düşünce tarihinde önemli bir yeri bulunmakla birlikte, onun esas şöhreti yazarlığından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar kendisinden önce bazı isimler bulunsa da Arap düzyazısına mükemmel biçim veren kişinin Câhiz olduğu kabul edilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren ilim öğrenmeye büyük bir arzu duyan Câhiz’in döneminde, büyük bir ticaret merkezi olan Basra’da son derece canlı bir ilim ve kültür hayatı mevcuttur. Hilâfet ve diğer konularla ilgili eserlerinin Halife Me’mûn (786-833) tarafından beğenilmesi üzerine 815 yılı civarında Bağdat’a davet edilir. Bağdat’ta bulunduğu sırada özellikle Aristoteles’ten yapılan tercümelerden faydalandığı anlaşılmaktadır. Câhiz’in en parlak dönemi, 835-847 yılları arasında vezirlik makamında bulunan Muhammed b. Abdülmelik (789-847) zamanına rastlar. Bu dönemdeki eserleri, onun rahat bir hayat sürmesine ve büyük bir itibar kazanmasına vesile olur. Bu süreçte Şam, Humus ve Antakya’yı ziyaret eder.

68f293983b681ccda5132125.jpg


Açık ifade, anlaşılır dil

Câhiz’e göre kitap, okuyan ve dinleyenlerin kolayca anlayabilmeleri için açık bir dille yazılmalı ve manayı açıklayan gerekli ayrıntılardan yoksun bırakılmamalıdır. Yazar özlü anlatımı tercih ederse, onu yalnızca yüksek kültürlü kişiler anlayabilir. Bu durum da yazarın etki alanını daraltır ve geniş kitlelere ulaşma imkânını kısıtlar. Hem dinî hem de din dışı eserler kaleme alan Câhiz’in, sözlü rivayetlere itibar etmediği; Arap kültürünün yanı sıra eski Hint ve Yunan kültürlerinden de faydalı bulduğu eserleri dindaşlarına öğretmeye çalıştığı bilinmektedir.

Türklerin faziletleri üzerine bir kitap

Câhiz’in çok sayıdaki eserini “Dil ve Edebiyat, Kelâm ve Mezhepler Tarihi, Tarih ve Siyaset, Ahlâk, Sanat ve Ticaret” başlıkları altında toplamak mümkündür. Bu alanların dışında kalan çeşitli konulardaki on üç kitabı ise “Diğer Eserleri” başlığı altında değerlendirilir. Bu grupta yer alan eserlerinden biri de “Feza’ilü’l-Etrâk / Türklerin Fazîletleri” adını taşımaktadır.

68f294303b681ccda5132130.jpg


“Bir Kavmi ne fazla öv ne de fazla yer”

“Allah razı olsun, yüzünü ak etsin! Bu kitabı Halife Mu‘tasım (ö. 842) devrinde yazdım… Bir kavmin aşırı methedilmesini, bir kavmin fazla yerilmesini istemedim. Zira kitapta bir kavm yerilir, bir kavm fazla methedilirse yalan ve şüphe ona karışır, bozar. Kitap zorlamaya dayanır, sözleri kötü, anlaşılmaz olur.

(…)çoğunluğun iyiliğinden bahsetmek nafile, azınlığın kötülüğünden bahsetmek günahtır… Az farzı yapmak bizim için çok nafileden evlâdır (üstündür).

Herkesin bir eksiği, bir günahı vardır. İnsanlar iyiliklerinin çokluğu, kötülüklerinin azlığıyla üstün olurlar. Az-çok, açık-gizli her iyiliğe sahip olmak, her kötülükten uzak olmak mümkün değildir.” (s. 94-95)

68f294503b681ccda5132135.jpg


“Bir Türk başlı başına bir millettir”

Câhiz sözlerine “Bundan böyle Türkler hakkında bize ulaşan sözlerden bahsedelim.” diyerek devam eder. Halife Me’mûn’un kumandanlarından Humeyd b. Abdurrahman er-Tûsi, Türklerin özelliklerini beş bölümde değerlendirir: “Bir gün savaşmak zorunda kalırsam Türklerle savaşmak istemem, çünkü onların savaşçı özellikleri tamdır… Türk atına geri dönmemeye alıştırmışlardır.” (s. 98)

“Türkler, süvarilerine iki üç yay, kiriş taşımayı öğretirler. Türk saldırırsa yanında muhtaç olduğu her şey, silahı, hayvanı, hayvana ait eşyası bulunur. Yürümeye, uzun yolculuk yapmaya, uzun gece yolculuğuna, ülkeleri dolaşmaya gelince bu konularda Türk’e hayret edilir.” (s. 99)

“Türk, çoban, seyis, at eğiticisi, cambaz, baytar, süvaridir. Bir Türk başlı başına bir millettir.”(s. 100)

Vatan sevgisi ve dürüstlük

Kitabın bir başka bölümünde ise bu kez Câhiz, şahsî düşüncelerini ifade eder:

“Türkler yaltaklanma, övgü, nifak, koğuculuk (dedikodu), yapmacık, gıybet, riya, dostlara iyilik için israf bilmezler. Arkadaşlarına zulmetmez, bid‘at nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır, başkalarının malını hile ile helâl saymazlar. Onların tek ayıbı, kusuru vatanlarını sevmeleri, yağma ve talana düşkünlükleri, âdetlerine aşırı bağlılıklarıdır. Ayrıca aralarında zaferlerinin sevincinden, sıklığından, ganimetin tadından, çokluğundan, bozkırlardaki eğlencelerinden bahsederler. Uzun müddet aylak gezerek kahramanlıklarının kaybolmasını, enerjilerinin zamanla sönmesini istemezler. Bir şeyin ustası uzun müddet ondan uzaklaşmak istemez, bir şeyi sevmeyen ondan kaçar. Türkler, bütün Acemler içinde vatanlarını en çok özleyen kişilerdir. Zira terkiplerinde, bünyelerinin karışımında (salgılarında) vatanlarının, sularının etkisi, başkalarında olmayan arkadaş sevgisi vardır.

(…)Allah yeryüzüne ne kadar özellik vermişse, Türklerin ülkesinde toplamıştır. Onlar bir yere göçerse, ‘Biz onları tam şekilde meydana getirdik’ (Kamer, 49) ayetindeki gibi olurlar.” (s. 108)

Çalışmak ve azim üzerine

Câhiz, kitabının ilerleyen bölümlerinde bize örnek olması gereken bazı sözlere de yer verir:“Gevşeklik, rahatı sevmek zorluğa sebep olur… Kimin beyni yazın güneşte kaynarsa kışın tenceresi ateşte kaynar… Ben dünya işlerinin hepsini başkasının yapmasını istemem… Acizliğin bende âdet hâline gelmesinden korkarım.” (s. 110)

Milletlerin maharetleri üzerine

Sonrasında milletlere göre bir değerlendirme yapar: “Çinlilerin sanatlarda, Yunanlıların felsefede ve edebiyatta, Arapların bahsedeceğimiz şeylerde, Farsların siyasette, Türklerin harpte gösterdikleri mahareti gösteremez.” (s. 110-111)

“Harp yapanın mutlaka bilim, ilim, ihtiyat, azim sahibi, sabırlı, sır saklayan, kültürlü bir kişi olması, bütün işlerinin nasıl başarıya ulaşacağını bilmesi gerekir.”(s. 113)

“Türkler size dokunmadıkça onlarla iyi geçinin”

Bir hadiste, “Türkler size dokunmadıkça onlarla iyi geçinin” denmektedir. Bu hadis, bütün Araplara bir tavsiyedir. Zira doğru olan, onlarla sulh ve sükûn içinde yaşamaktır. “Zülkarneyn’in dokunmadığı bir kavmi ne zannediyorsunuz? Onlar için ‘Onlara dokunmayın!’ dedi. Böylece Türk adını aldılar. Zülkarneyn bu sözü dünyayı zorla ve savaşla fethettikten sonra söylemiştir.”(s. 115)

Türk Hakanı ile Cüneyd b. Abdurrahman

Bir gün Türk Hakanı, Horasan Valisi Cüneyd b. Abdurrahman (ö. 734) ile karşı karşıya gelir. Hakan’ın azameti ve ordusunun büyüklüğü Cüneyd’i korkutur. Durumun farkına varan Hakan, ona bir elçi gönderip şöyle der: “Ben sana kötülük yapmak için burada durmuyorum. Benden korkma. Sana galip gelmek, kötülük yapmak istesem, ordunu düşünmeden dağıtır, süpürürüm… Sana ihtiyaç duyduğum bazı şeyleri soracağım… Sen muhafızlarınla gel, ben yalnız geleyim.”(s. 116)

İkisi, saflarından ayrılarak iki ordunun ortasında bir yerde buluşurlar. Hakan, Cüneyd’e bir dizi soru sorar ve aldığı cevaplardan memnun olur. Sonrasında Cüneyd b. Abdurrahman karşılıklı konuşmayı özetleyerek şöyle der: “Siz, hükümlerinizi akla göre, düşünceye göre düzenleyen bir kavimsiniz. Biz ise Peygamberlere tabi olan, bunun kulların menfaatine daha uygun olduğunu düşünen bir kavimiz. Zira, Allah işlerin görülmeyen gizli taraflarını, gerçeğini, sonucunu daha iyi bilir. İnsanlar ise işlerin zahirine (görünüşüne) göre ihtiyat gösterirler. Nice kusur yapıp selâmete eren, ihtiyat gösterip felâkete düşen vardır.” (s. 118)

Bilgeliğin sessizliği

Bu sözlerin ardından Türk Hakanı, “Sen bundan daha değerli söz söylemedin kalbime büyük düşünce attın.” diyerek cevap verir. Cüneyd b. Abdurrahman ise daha sonraki bir konuşmasında şöyle söyler: “Bu Hakan’dan daha mükemmel, insaflı, anlayışlı, zeki bir kişi görmedim. Gündüz üç saat atlarımızın üzerinde durduk. Dilinden başka yeri kıpırdamadı. Ben de başka bir yerimi kıpırdatmadım.” (s. 118)

Buna karşın bu buluşmaya şahit olan bir kişi olayı daha farklı anlatır: “Hakan daha ağırbaşlı, daha edepliydi. Kisrâ’nın ise atı ağırbaşlı, edepliydi. Hakan’ın sadece dili hareket etti. Atı bazen bir ayağını kaldırıp diğeri üzerine basıyordu. Kisrâ’nın atı ise heykel gibiydi. Kendisi başını hareket ettiriyor, eliyle işaret ediyordu.” (s. 118)

1200 yıl sonra aynı soru

Câhiz’in bu kitabı 800’lü yılların ilk yarısında kaleme aldığı bilinmektedir. Yazım tarihinden günümüze bin iki yüz yıl geçmiş. Bunca zaman önce Türklerde bulunduğunu söylediği faziletlerin acaba ne kadarını bugün muhafaza etmekteyiz? Toplumu oluşturan bireylerin kaçı yaltaklanma, nifak, dedikodu, gıybet ve riyadan uzak durabiliyor? Acaba Cüneyd b. Aburrahman’ın sözünü ettiği dönemde kullandığımız aklımızı bugün yeterince kullanmaktan mı uzaklaştık?

Bilge Kağan’ın uyarısı

Câhiz’in kitabını yazdığı tarihten takriben yüz yıl önce, Bilge Kağan Orhun Anıtı’nda ulusuna şöyle seslenir:“Türk Oğuz beyleri, işitin!

Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir?”

Töre kaybolursa toplum bozulur

Bilge Kağan’ın da belirttiği gibi, önemli olan törenin bozulmamasıdır. Türkçede “Töre”, bir toplumda yazılı olmayan, gelenekleşmiş kanun ve kuralları ifade eder. Özellikle halk dilinde hukuk veya yargı anlamlarında da kullanılır. Törenin bozulması, toplumda karmaşaya yol açar, hukukun üstünlüğü zedelenir. Günümüzde ise neredeyse uymak zorunda olduğumuz hiçbir töre kalmamış gibidir. Toplumsal yaşamın devamı için gerekli hemen her şeyi hukuk yoluyla çözmeye çalışıyoruz. Ancak hukukun yavaş işlemesi ve törenin yokluğu birleşince bu durum toplumsal kaosa neden olmaktadır.

Töre, okulda verilen eğitimle kazanılmaz; küçük yaşta evimizde aldığımız terbiyeyle kök salan bir değerdir. Bu eğitimi veren de annelerdir.

Câhız, (Çev. Ramazan Şeşen), Türklerin Faziletleri, İstanbul, 2022.
 
Geri
Üst